Son Dakika
FUZULİ’NİN HAYATI
XVI.yüzyılda yaşamış olan fuzuli,yalnız Azeri edebiyatının değil bütün Türk edebiyatının en büyük ve en tanınmış şairlerinden biri sayılır.Edebiyatımızdaki geniş şöhretine rağmen,hayatı hakkında,yazık ki,yeterli derecede ilgiye sahip değiliz.
Asıl adı Mehmed’dir.Süleyman adında bir şahsın oğludur.Fuzuli şiirlerinde kullandığı emsalsiz mahlasıdır.Babasının hille müftüsü olduğuna dair bir rivayet vardır.Şairin hangi yılda ve nerede doğduğu bilinmemektedir.
Ebüzziya Tevfik , Fuzulinin1504 tarihinde doğduğunu söylemiş,fakat bunu ispat edememiştir.Fuat Köprülü,bu tarihin on-onbeş yıl daha evveline götürülmesi gerektiğini belirtmiştir.Abdülkadir Karahan ise Fuzuli hakkında hazırladığı doktora tezinde şairin 1495 hudutlarına girmeden evvel doğmuş olabileceğini tahmin etmiştir.Bu görüş ve iddiaların ışığı altında Fuzuli’nin1490-1495 yılları arasında dünyaya geldiği hükmüne varıla bilir.
Doğduğu yerde kesin olarak belli değildir.Bu konuda bilgi veren kaynakların ifadeleri birbirini tutmamaktır.Müverrih Gelibolulu Ali onun Bağdat’lı olduğu kanaatindedir.Buna karşılık Riyazi Kerbela’da, Kınalı-zade ve sadıki Hille’de doğduğunu ileri sürmektedir.Bunun gibi diğer tezkirecilerin tespitleri de birbirinden farklıdır.Şair, kaynaklarda daima Fuzuli-i Bağdadi diye anılır.Edebi hayatımızda da bu isimle tanınmış olmakla beraber,onu Bağdat’a sonradan geldiği malumdur.
Başta Türkçe ve Farsça divanları olmak üzere muhtelif eserlerine hayatının türlü cephelerini işlemiş bulunan Fuzuli, bizzat benim doğduğum ve yaşadığım yer Irak-ı Arap’tır.Demiş ise de Arap Irak’ının neresinde doğduğunu anlamak mümkün değildir.Şairin kendi ifadeleri içinde Kerbela yahut Necef’te doğmuş olabileceğini tahmin ettiren başka sözleri,yine böyle,kesinlikle bu yerlerde doğmuştur,hükmünün verilmesine yetmemektedir.
Netice itibariyle Fuzuli’nin Bağdatlı değil Kerbelalı yahut Hilleli olduğu söylenebilir.Hilleli olduğu daha kuvvetli bir kanaat olarak kabul edilmektedir.
Fuzuli, Farsça divanının önsözünde ve hadikatü’s-suada’sında ana dilinin Türkçe olduğunu dolaysıyla öz be öz Türk olduğunu açıklamaktadır.Onun büyük Selçuklular devrinden beri Irak’a yerleşmiş Oğuz Türklerinin Bayat aşiretine mensup olduğu,yapılan araştırmalar neticesinde tereddütsüz ortaya konulmuştur.
Şairin Rahmetullah’ tan Arapça öğrendiği, hatta bu hocasının kızını severek onunla evlendiği,edebi ilimleri de Azeri şairi Habibi’den tahsil ettiği söylenmiş ise de,bunları doğrulayacak belgelerden mahrum bulunmaktayız.Ancak Fuzuli,Türkçe divan’ının ön sözünde küçük yaşta okula başladığını,önce aşıkane şiirler yazdığını ve bu şiirlerle şöhret kazandığını,daha sonra ,ilim tahsil ederek,akli ve nakli ilimleri öğrendiğini anlatır.”İlimsiz şiir,esası yok duvar gibi olur ve esassız duvar gayet itibarsız olur.”diyen Fuzuli,öyle anlaşılıyor ki, şiirde ilim ve kültüre önem vermiş ve bu yolda kendi kendini yetiştirmiştir.Farsça divan’ının ön sözünde bilgi ve felsefede ,bu konuların üstatları ,ile tartışacak seviyede bulunduğunu şu sözlerle anlatılmaktadır.
Ben ,yüksek alimlerle çok az beraber bulunduğum,merhametli hükümdarlar tarafından yetiştirilmediğim ,gezip tozmayı da sevmediğim halde akli bahislerde filozofların nice hükümlerine itiraz ederim.Nakli meselelerde fakihlerin mübahasesine karışır söz sanatında üstatlarla münakaşa ederim.
Gerçekten,daha çocukluğundan itibaren Arap ve Fars dillerini öğrenerek,bu dillerde şiirler yazan ve divanlar dolduran Fuzuli’nin matematik,astronomi felsefe;tefsir,hadis,fıkıh(hukuk);kimya,tıp ve bunun gibi ilimlerde sağlam bilgilere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bunun en açık delilleri eserleridir.Ayrıca,çağdaşları tarafından”Molla Fuzuli”veya “Mevla’na Fuzuli”diye anılmış olması onun alim bir şair olduğunun başka delilidir
Şair bütün ömrünü,Hille-Kerbela-Necef ve Bağdat’ta geçirmiştir.Tezkere yazarı Sadiki’ye göre ,Fuzuli,kendisinden az çok himaye gördüğü anlaşılan İbrahim Han’la Bağdat’a gelmiş,ancak İbrahim Han’ın Bağdat seferinde Kanuni Süleyman’ın ordusuna mağlup olması üzerine,başkaca bir hami bulamadığı için,Hille’ye çekilerek ilim tahsiline çalışmıştır.Türkçe Divan’ının önsözünde”Menşe ve mevlidim ırak-ı olup tamami-i ömrümde gayri memleketi seyahat kılmadığım…”şeklinde söz eden Fuzuli’nin Kanuninin Bağdat’ı fethettiği 1536 tarihine kadar fakirlik ve yoksulluk içinde yaşadığı anlaşılmaktadır.Onun yaşadığı topraklar, ömrü içinde iki defa siyasi el değiştirmiş, Osmanlı ve İran orduları tarafından zaptedilmşitir.”Irak-ı Arap”mezhep ve aşiret mücadelelerine de sahne olmuş,pek ıstıraplı ve felaketli günler yaşamıştır.Bu karışık dönemde, Fuzuli’nin bir ara Necef’te Hz. Ali türbesinde bekçilik yaptığı, buna karşılık eline geçen az bir para ile geçimini sürdürdüğü anlaşılıyor.
Kanuni Sultan Süleyman Bağdat’ı fethedince, şair bu yeni ve büyük Osmanlı hükümdarına içinde:
Geldi burc-ı evliyaya padişah-ı nam dar.
Mısrası bulunan meşhur ‘Bağdat Kasidesi’ni sunmuştur.Aynı şekilde Kanuniyle birlikte Bağdat’a gelmiş bulunan Sadrazam İbrahim Paşa , vezir Rüstem Paşa , Kazasker Kadri Efendi,Nişancı Celal-zade Mustafa Çelebi için methiyeler yazmış, fetihten sonra Bağdat’ta valilik yapmış olan Ayas Paşa , Veys Paşa ve Lala Cafer Paşalara kasideler söylemiştir.Bundan şairin alim ve sanatkarlara iltifat gösteren Osmanlı Sarayı’nın himayesine sığınmak istediği anlaşılmaktadır.Nitekim, yeterli derecede olmasa bile, Kanuni ‘nin emri ile ona Bağdat Vakfından bir miktar maaş bağlanmıştır.Ama ne var ki , Vakıf Mamurları’nın hile ve irtikapları yüzünden bu maaşı uzun müddet alamadığını ‘Şikayet name’adı ile bilinen Nişancı Celal-zade,Mustafa çelebiye yazdığı meşhur mektubundan öğreniyoruz.Yine bu sefer sırasında Hayali ve Yahya Bey gibi tanınış Osmanlı şairleriyle karşılaşıp onlarla dostluklara kurmuş olan Fuzuli, Rum Şairleri’nin rahat hayatına imrenmiş, çekdiği geçim sıkıntısı ve acılar sebebiyle vatanı olan Bağdat ‘ı terketmek arzusuna kapılmıştır.
Hayatı boyunca layık olduğu ilgi ve refahı göremeyen bu büyük şaiari, sürekli yoksulluk ve kayıtsızlıkların derinden yaraladığı bellidir.Kudretli şairliği ve iç aleminin zenginliği ile tezat teşgil eden böyle bir hayat , onun şiirlerindeki trajik üzüntüyü, yalnızlık ve kimsesizlik duygusunu, hatta maddi dünyadan sıyrılarak teselliyi ilahi aşkta arama düşüncesini koyulaştıran başlıca sebeplerdendir.
Fuzuli, çağdışı ve hemşehrisi olan Ahdi’nin “Gülşen-i Şu’arö”adlı tezkiresindeki bir kayıtta “Göçdü Fuzuli” tarih ibaresinin ifade ettiği 963-1556 yılında vefat etmiştir.Ahdi,Fuzuli’nin ölüm sebebini de bildirmiştir.Buna göre şair,Irak sahasında hüküm süren bir veba salgınında , bu hastalıktan ölmüştür.
Fakat Fuzuli’nin nerede öldüğü ve mezarının nerede olduğu hakkında sağlam bilgilere sahip değiliz. Ancak Kerbela’da öldüğü ve orada gömülmüş olması kuvvetle muhtemeldir.Bir rivayete göre , Fuzuli,Kerbela’da Meşhed-i Hüseyin civarında bir yere defolunup, üzerine bir kubbe yapılmış ,fakat Bağdat valilerinden biri , şairin:
“Mezarım üzre koyman mil, eğer kuyun de can versem
Koyun bir saye düşsün kabrime ol serv-kametten”
beytini vasiyet sayarak, imam Hüseyin türbesinden şairin kabrine gölge düşe bilmesi için o kubbeyi yıktırmıştır.
Şair, kimsenin iltifat etmeyeceği, “lüzumsuz, faydasız,arsız,boşboğaz,fodul” anlamlarına gelen “Fuzuli”mahlasını niçin benimsediğini Farsça divan’ının ön sözünde şu şekilde açıklamıştır:
“Eğer şiirde başkalarıyla ortak bir mahlas alırda muvaffak olursam , şiirlerim , mahlas ortaklarımın sanılır,bana yazık olur.Muvaffak olmazsam , mahlas ortaklarıma kötülük etmiş olurum…Ben alemde tek kalmak istiyorum. Bunu mahlasım sağladı.Sonra ben bütün ilimleri , fenleri nefsimde toplamağa çalışıyorum.Mahlasımda bunun da ifadesini buldum.Çünkü Fuzuli,lugatta ,fazl’ın çoğuludur”
Fuzuli’nin mezhebi konusunda bir hayli tartışma olmuştur.Sünni olduğuna dair deliller ileri sürülmüş ise de, bütünüyle şiirlerinin gösterdiği hususiyet ve özellikle Kerbela da şehit edilen Hz. Hüseyin için duyduğu samimi heyecan , onun Şii olduğunu gösteren yeterli delillerdir.
SANATI
Edebiyatımızın en şöhretli simalarından biri olan Fuzuli,doğup büyüdüğü yerlerin tarihi,siyasi ve sosyal şartları içinde yetişmiş alim bir şairdir.Edebi ve ilmi gelişmesini Türk,Arap,Fars kültürlerini müşterek yaşandığı “Irak-ı Arab”topraklarına, her biri bir ilim ve kültür merkezi durumunda olan Bağdat-Kerbela-Hille çevrelerine borçludur.Ana dili Türkçe den başka Arap ve Fars dillerini küçük yaşta öğrenmiş ve pek çabuk şiir ve edebiyatla uğraşmaya başlamıştır.Yazdığı aşk şiirleriyle daha gençliğinde şöhret bulmaya başlamıştır.Ancak , ilimsiz şiirin son derece değersiz olacağını idrak ettiğinden, şiirini ilim ve marifetle beslemek istemiştir.Bu yolda yalnız edebiyat ilimlerini ve üç dilin edebiyatını öğrenmekle yetinmeyerek akli ve nakli ilimlerden başka islami ilimleride öğrenmiştir.Gerek dini ilim sahasında gerekse felsefe , astronomi ve tıp gibi tabiat ilimlerinde geniş bilgi sahibi olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır.
Ahdi’nin verdiği malumata göre Fuzuli hoş sohbet , neşeli bir adamdır.Onun bu özelliğini eserlerinden ve bil hassa şikayet namesinden de çıkarmak mümkündür.Bununla beraber onun affedemediği şey cehalettir.Daha çok şikayet ettiği kimseler ,imla hatası yapan katipler, şiiri nesir gibi ahenksiz ve kötü okuyanlar, hele kendilerini şair zannederek şiir söylemeye kalkışan kendini bilmez cahillerdir.Öyle anlaşılıyor ki, Fuzuli nin istediği şiir geçici olan dünyanın tesellisini zevk ve eğlencede bulan veya şehevi hislere dayanan bir aşk değildir.Bu aşk, ilahi-tasavvufi bir aşk dır. Fuzuli de aşkın beşerinden başlayarak, derece derece yükselip nasıl “mutlak aşk” ta karar kıldığını gösteren en güzel eseri “Leyla vü Mecnun” mesnevisidir. Aşkın,insan benliğinde hiçliği gideren derin hazzı yanında,dayanılmaz acı,elem ıztırapları da vardır diyen şair, aşkın sefasından çok cefasını çekmiştir.Ama onu asıl mutlu eden de budur.Varlığının bütün manasını aşk ıztırapının verdiği o buruk lezzette bulmuştur.
Söyleniş bakımından düzgün ve ahenkli , şekil ve imla bakımından da kusursuz bir şiirdir.
Ona göre böyle kusursuz bir şiir elde etmek kolay değildir.Şiir önce bir tanrı vergisidir.Şair, şiiri ilimle birleştirerek, ilmin ve sanatın yüceliklerine ulaşır.Bununla birlikte gerçek şiir,aşk duygularını-bilgili ve olgun bir ruhun ürperişleri halinde-terennüm eden şiirdir.Fuzuli’nin bu görüşleri kendi şiirinin bir tarifi gibidir.
Fuzuli her şeyden önce bir aşk şairidir.Ölüm yalnızlık duygusu yoksulluk rindlik çöl-tabiat gibi temalar ve diğer felsefi düşünüşler hep bu aşk ekseni etrafında, bu temel duygu içinde verilmeğe çalışılmıştır. Şairin yüksek ve müztarip ruhunun biricik devası olan aşk,gelip geçici olan dünyanın tesellisini zevk ve eğlencede bulan veya şehevi hislere dayanan bir aşk değildir. Bu aşk ilahi –tasvvufi bir aşktır. Fuzuli de aşkın beşeriden başlayarak , derece derece yükselip nasıl “ mutlak aşk” ta karar kıldığını gösteren en güzel eseri “Leyla vü Mecnun” mesnevisidir
Aşkın insan benliğindeki hiçliği gideren derin hazzı yanında dayanılmaz acı elem ve ıztırapları da vardır.
Ah ü feryadun Fuzuli incidübdür alemi
Diyen şair aşkın sefasından çok cefasını çekmiştir. Ama ona asıl mutlu edende budur varlığının bütün manasını aşk ızdırabının verdiği o buruk lezzette bulmuştur:
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır
Görülüyor ki , Fuzuli de aşk ızdırabının tükenişi hayatın tükenişidir. Şairin , aşkı , yaşamının manası halinde ifade eden en güzel beyitlerinden biri şudur
Aşk imiş her ne var alemde
İlm bir kıyl ü kaaş imiş ancak
Fuzuli,Divan edebiyatının bütün nazım şekillerini denemiştir.Mesnevi murabbaları güzeldir.Fakat çok beğenilen ve daha güzel olan şiirleri gazelleridir.
Fuzuli, şiirde ses ve ahenk unsurlarına dikkat göstermiş ve bir kısım şiirlerini divan şairlerinde az görülen “ bütün şiir” anlayışıyla söylemiştir:
Fuzuli tıpkı:
Avazeyi bu aleme Davud gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş
diyen Baki gibi , mısralarda söz güzelliği ile ses güzelliğini birleştirmek istemiştir
Divan Edebiyatında nazım birimi , genel olarak beyittir.Bu bakımdan beyite çok önem verilmiş , onda bir mana bütünlüğü ve söyleyiş güzelliği yaratılmak istenmiştir.
Fuzuli nesir alanında da eserler vermiştir.Gerçi onun nesri şiiri ile mukayese edilecek kadar üstün bir özellik taşımaz.
b) Dili ve Üslubu:
Fuzuli, Türkçe ye hakimiyet,Türkçe bilgisi ve Türkçe sevgisi bakımından,divan şairleri içinde önde gelen bir isimdir.Eserlerinde kullandığı dil Azeri şivesinin özelliklerini taşır.Azeri Türkçesi,Anadolu Türkçe sinden sadece bir takım ses ve şekil değişiklikleri bakımından ayrılır.Bu değişiklikleri Fuzuli nin seçilen şu kelimelerde görebiliriz.
Men(ben), mana(bana), munda(bunda), min(bin), kimi(gibi), yoh(yok), beyle(böyle), töker(döker), bilmen(bilmem), isterem(isterim) v.b.
Bu basit değişiklikler dışında onun Türkçesi istanbul şairlerinin dilinden farksızdı. Fuzuli Divan şairidir.Bu bakımdan eserlerinde kullandığı dil,islam dillerinden alınmış ifade imkanlarıyla zengindir.O da diğer Divan şairleri gibi Farsça ,Arapça kelimelere , bu dillerin kuralları ile yapılmış terkiplerin , ortak sanat anlayışının ürünü olan mazmunları ve diğer anlatım şekillerini kullanmıştır.Fuzuli yi öteki şairlerden ayıran ve üstün kılan sağlam üslubu, dilinin mükemmelliği ve sadeliğidir.Onun şiirlerinde doldurma sözlere , yapmacık ifadelere, süslü, sanatlı kelime oyunlarına rastlanmaz.Anlatmak istediğini tam ve eksiksiz olarak anlatmıştır.Şiirlerinde çok tesadüf edilen perişan , zar, bela, cevr, cefa, dert, feryat, figan, ah gibi yabancı kelimeler halk diline yerleşmiş kelimelerdir.Acı ve ıztırap ifa eden bu kelimelerin ;ağlamak,yanmak, od,yaş,kan,yara gibi halis Türkçe olan benzerlerini de sık sık kullanmayı ihmal etmemiştir. Esasen şair divan edebiyatının ortak kelime kadrosu yanında halk Türkçesi ni , bu dilin kelime , deyim ve türlü incelikler taşıyan mecazlı anlatım biçimlerini kullanmaktan özel bir zevk duymuştur.Bu hal onun dilini daha da sade kılmış ve geniş halk kitleleri tarafından sevilip okunmasını sağlamıştır.
.Fuzuli’nin şiirlerinde çeşitli şekillerde yapılmış tekrarlar göze çarpar.Şairin baş vurmuş olduğu bu usul, şiirde ahengi temin etmek ve manayı kuvvetlendirmek içindir .Sözünü ettiği
miz bu tekrarları aşağıdaki beyitlerde görmek mümkündür.
Hem sen dersin ki mektebe var
Hem dersin sen ki gitme zinhar
Gir yan gir yan kıl urdu seyran
Hayran hayran gezerdi her yan
Geh sebzeye arz-ı raz iderdi Geh laleye bin niyaz iderdi
Ger ben ben isem nesin sen ey yar
V’er sen sen isen neyim men-i zar
Yahşi nazar ettikde ser-encamı yamandır
Canı kim cananı iç ün sevse cananın sever
Canı iç ün kim ki cananın sever canın sever
Aferin ey şehr-yar-ı mülk – perver aferin
Zinhar itme bu zülmü zinhar itme
Fuzuli Türkçe , Farsça , Arapça gibi üç dilde, manzum ve mensur olmak üzere çok sayıda eser vermiştir.Eserlerini şu şekilde tasnif etmek mümkündür :
1-Türkçe Eserleri:
a) Türkçe Divan
b) Leyla vü Mecnun
c) Hadikatü’s-Suada
d) Beng ü Bade
e) Terceme-i Hadis-i Erba’in
f) Sohbetü’l Esmar
g) Mektuplar
2-Farsça Eserleri:
3-Arapça Eserleri:
Fuzuli’ye ait olduğu söylenen başka eserlerde vardır.Şah u Geda , Hüsrev ü Şirin, Çağatayca –Farsça Manzum Lügat , Cümcümename isimlerini taşıyan bu eserlere henüz tesadüf edilmemiştir.
Fuzuli nin asıl şöhretini yaptığı en büyük eseridir.Devrin edebiyat geleneğine uygun olarak ;kasideler,gazeller,musammatlar,kıtalar ve rubailer olmak üzere,beş bölüm halinde tertip edilmiştir.Eser,Ali Şir Nevai’nin divanlarında olduğu gibi,yer yer nazım parçalarıyla bütünleşen mensur bir mukaddime ile başlar.Sanatlı bir nesirle kaleme alınan bu mukaddime,Fuzuli nin şiir sanatı ve şiir anlayışına ait görüş ve düşünüşlerini taşıması bakımından çok kıymetlidir.
Türkçe divanın da yaklaşık 300 kadar gazel vardır.Fuzuli bu gazellerinde ilahi aşkı terennüm etmiş,ıstırabını,kimsesizliğini sade ve samimi bir ifade ile mısralara işlemiştir.Mesela :
Merhem koyup onarma sinemde kanlu dağı
Söndürme öz el ünle yan durduğun çerayı
Veya:
Meni candan usandurdı cefadan yar usanmazmı
Yahut:
Ne yanar kimse mana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı
Beyitlerinde duyulan derin ıstırap diğer gazellerinde de aynı sadelik ve aynı güzelliktedir.
Fuzuli nin çok tanınmış ve çok beğenilmiş bir eseridir .Leyla ve Mecnunu hikayesi Arap, Fars ve Türk edebiyatların da tıpkı Yusuf ile Züleyha , Hüsrev ü Şirin gibi, bir çok şair tarafından işlenen ortak bir konudur.Hikayenin konusu bir Arap efsanesine dayanır.Bu efsanede, birinci hicri yılında, Amiri kabilesinden “Mecnun”mahlasıyla şiirler söyleyen Kays adlı bir şairle amcasının kızı Leyli arasında geçen ve ayrılıkla sona eren aşk macerası anlatılır.Kısa zamanda yeni rivayetlerle beslenerek hikayeleşen bu macera,önce Arap şairlerince ele alınmış,daha sonra Fars ve Türk şairlerince yeni tertip ve düzenlemelerle işlenerek klasik şark edebiyatının belli başlı mesnevi konularından biri haline getirilmiştir.
Türk edebiyatında yazılmış olan Leyle vü Mecnunların sayısı otuza yakındır.Bunların en önemlileri Çağatay edebiyatında Ali Şir Nevai,Anadolu edebiyatında Hamdullah Hamdi ve Azeri edebiyatında Fuzuli tarafından yazılmış olanlarıdır.Fuzuli nin Leyla vü Mecnun u , diğerlerini gölgede bırakacak üstünlük ve güzelliktedir.
Şair “sebeb-i nazm-ı kitap” başlığı altında bu eseri niçin yazdığını anlatır:
Bir gün sanattan ve ilimden anlayan insanların meclisinde bulundum.Sohbet esnasında söz şiire getirilir ve Anadolu şairleri (Hayalı ve Yahya Bey ler) Fuzuli ye bir Leyla vü Mecnun yazması teklifinde bulunurlar.Ona derler ki :
Leyli –Mecnun Acem’de çoktur
Etrak’de ol fesane yoktur
Takrire getür bu destanı
Kıl taze bu eski bustanı
Fuzuli bunu kendisinin imtihan ettikleri anlamına alır.Bütün güçlüğüne rağmen efsaneyi yazmaya karar verir.
Hikayenin Özeti:
Kays,Araplar içinde soylu ve ünlü bir kabile reisinin biricik oğludur.Türlü dualar ve niyazlar sonucunda doğan bu çocuk,daha bebekken gam çekmeye başlar.Durmadan ağlar,inler.Yalnız çok güzel bir kadının kucağına verildikçe susar.Anlaşılır ki,Kays doğuştan güzelliğe meyillidir.
On yaşında iken okula verilir.Orada Leyle isimli güzel bir kızla tanışır.Aralarındaki bağlılık kısa zamanda büyük bir aşka dönüşür:
Mektep de anınla oldı hem-dem
Bir nice melek – misal kız hem
Bir saf kız oturdı bir saf oğlan
Cem oldı behişte hur ü gılman
Ol kızlar içinde bir peri-zad
Kays ile muhabbed etdi bünyad
Şehbaz bakışlı ahu gözlü
Şirin hareketli şehd sözlü
Alem ser-i muyınun tufeyli
Kays anı görüp helaki oldı
Bin şevk ile derd-i naki oldı
Bu aşk,çok geçmeden duyulur ve etrafa yayılır.Annesi Leyla yı azarlar ona nasihatler verir:
Niçün özüne ziyan edersin
Yahşi adunı yaman edersin
Temkini cünuna kılma tebdil
Kız sen ucuz olma kadrini bil
Leyla olup bitenleri inkara kalkışır.Bir zaman sonra onu mektepten alırlar.Kays okula gelip de sevgilisini göremeyince çılgına döner,çöllere düşer.O bundan sonra Mecnun(deli) diye anılır.
Çöllerde dolaşan Mecnun tuzağa düşmüş bir ceylanla karşılaşır.Bütün varını yoğunu vererek onu avcının elinden kurtarır.Ceylandan kendisine arkadaşlık etmesini ister:
Ey sebze-i cüybar-ı vahşet
Ra’na semen-i bahar-ı vahşet
Tenha koyma men-i zebunu
Olgıl bana deşt reh-nümunu
Gez bir nice gün menimle hem-rah
İnsan diyüp etme menden ikrah
Mecnun diğer hayvanlarla da dostluklar kurar.Onları kendine alıştırır.
Diğer taraftan Leyla da aşk ıstırabıyla perişandır. Türlü bahaneler bularak gözyaşı dökmektedir. Derdini muma , pervaneye, aya, tanyeline, bulutlara açar. İyice solgun ve bitkin bir hale gelir.
Mecnun, Leyla’yı görmek arzusunu duyar. Birgün çöllerde gezinirken, ihtiyar bir adamın zincire vurulmuş bir esiri götürdüğünü görür. Esire acır. İhtiyarla konuşur. Bu işin dilencilik amacıyla yapıldığını öğrenir. Mecnun esirin yerine geçirildiği takdirde , kazançtan hiçbir şey talep etmeyeceğini söyler. İhtiyar sevinir. Esiri azat eder. Mecnun’u zincire vurur. Kapı kapı dolaşırlar. Nihayet Leyla’nın evine gelirler. Sevgilisinin perişan halini gören Leyla:
Matlalı meşhur gazelini söyler. Mecnun da ona sitem eder ve:
Küfr ü zülfün salalı rahleler imanumuza
Kafir ağlar bizüm ahval-i perişanumuza
Beytiyle başlayan gazelini söyler.Sonra zincirini parçalar.Çocuklar ardına düşerler.Çöllere doğru kaçarak kaybolur.
Mecnunun aşkı artık maddeden sıyrılmıştır.Sevgilisine sadece ruhuyla sevmektedir.Bunu anlayan Leyla ölümü için tanrıya yalvarır.Hastalanır,yatağa düşer.Annesine vasiyetini yapar:
Men dar-ı beka aya azm edende
Dünya ya veda edüp gidende
Mensiz çeküp ahlar figanlar
Sahralara düştüğü zamanlar
Düşse yolun ol olan diyara
Arz-ı gamım eyle ol ni gara
Mecnun Leyla nın ölümünü öğrenir.Sevgilisinin mezarına koşar.Bu mezarı kucaklar.Fer yad eder,kanlı göz yaşları döker.Tanrıya yalvarır :
Ya Rab mana cism ü can gerekmez.
Dileği kabul edilen Mecnun orada ölür.Başına toplananlar haline acıyarak onu da Leyla’nın mezarına gömerler.
Eser,mesnevi tarzında ve “Mef’ulü mefa’ilün fa’ulün”vezni ile yazılmıştır.İçinde türlü münasebetler düşürülerek ,çeşitli vezinlerle söylenmiş, çok güzel gazeller ve murabbalar vardır.Tamamı 3096 beyittir.İleri bir hikaye tekniği ile kaleme alınmıştır.Sanatlı beyitler ana vakayı takip etme hususundaki ilgimizi dağıtmaz.Leyla ile Mecnun arasındaki platonik aşk macerası yer yer beşeri düşünüş ve davranışlarla zenginleştirilmiş, kimi olaylar realist bir görüşle anlatılmıştı
BENZER HABERLER