gold aksesuar

logo

e-ticaret paketleri
23 Mayıs 2025

İstanbul’un Fethi ve Türkler

İstanbul’un Fethi ve Türkler

Milattan sonra 395 tarihinde Roma İmparatoru topraklarını oğulları arasında paylaştırdı. Bu paylaşmada büyük oğlunun hissesine Doğu Roma İmparatorluğu düştü. İmparatorluğa, o zaman Bizans diye anılan İstanbul şehri merkez seçildi. Kurulan yeni devlete de Bizans İmparatorluğu denildi. O zaman bilinen dünyanın en mamur yerlerine sahip olan bu devletin bütün serveti İstanbul’a akıyordu ve her geçen gün şehir biraz daha güzelleşiyordu.

Bu devirde Bizans’ı hırpalayan tehlike Arap yarımadasından geldi ve İstanbul şehri iki defa muhasara olundu fakat Bizans,kendisini değerli kumandanları ve surları sayesinde koruyabildi. Bizans şehri için dinmesi mümkün olmayan asıl tehlike Malazgirt’ten Anadolu’ya akın akın giren Türkler olmuştur. Yeni kurulan Türk devletleri  Bizans için o kadar tehlikeliydi  ki ne yıllardır kuvvetlendirdiği şehir duvarları, ne Haliç’e gerdiği demir zincir, ne de sırrını kimseye vermek istemediği Grajuva ateşi onları koruyamayacaktı.

Bizans İmparatorları, İstanbul şehrini her türlü istilaya karşı daima tahkim ettiler. Bir yarımada üzerinde kurulan bu şehir Yedikule’den Ayvansaray’a kadar karadan çok sağlam bir surla çevriliydi.  Marmara kıyılarında da sur Haliç ağzına kadar kuvvetli bir şekilde devam ediyordu. Surların en zayıf kısmından İstanbul şehrini zorlayarak düşman gemileri için de Haliç ağzına kalın bir zincir geçirilmişti. Bizanslılar şehri muhasara eden bütün kuvvetlere bu surlarla ve zincirlerle karşı koydular. Bilhassa Grejuva Ateşi denilen, düştüğü yerde ve su üzerinde yanabilen bu ateşi kullanmak suretiyle de müdafaa imkanlarını kuvvetlendirdiler. İmparatorluğun en büyük devirlerinden itibaren kazanılan ganimetler, ticaretten elde edilen paralarla daima imar edilen İstanbul şehri ileride bu şehri fethedecek olan Haz. Fatih’in dedeleri ataları olan Osman oğulları karşısına çıktığı 14. Yy da da hakikaten çok güzeldi. Caddeleri, sarayları, oyun meydanları, çarşıları, kiliseleri, su kemerleri, sarnıçlarıyla Dünyanın en çok emek sarf edilmiş bir şehri olmuştu

         Bizanslılar Hristiyandı ve bu dinin Ortodoks mezhebinde idiler. Bu yüzden Katolik kilisesi ile aralarında anlaşmazlık mevcuttu. Bu anlaşmazlık, İmparatorluk içinde bazen ciddi ayrılıklara ve iç kavgalara vesile hazırlıyordu. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u sardığı sıralarda ortaya Katolik Kilisesi ile birleşme arzuları çıkmıştı. O vakit bunu istemeyen bir kısım Ortodokslar

         ¾ Şehre Katolik tacı hakim olacağına Türk Sarığı hakim olsun daha iyidir. Diyorlardı.

Vilayetlerde yarı müstakil halde yaşayan tekfurlar yalnız şahıslarının menfaatlerini düşünür hale gelmişlerdi. Başta bulunan Paleologas da saltanatını başka ailelere karşı korumak kaygısına düşmüştü. Hatta zaman zaman bu aile mensuplarının taht kavgaları yüzünden birbirlerini hapse attıkları ve gözlerini oydurdukları oluyordu. İşte İstanbul fetihten önce böyle bir durum içindeydi.

         İstanbul, tarihte birçok komutanın, birçok devletin hayalini süslüyordu. İstanbul mevki itibari ile Dünyanın en ehemmiyetli ve en letafetli bir şehridir. Burası bir Bedia-i tayyibedir. Her tarafı bir güzellik numunesidir. Havası latif, denizlerinin manzarası pek dilfiribdir. Seması açık, güneşleri parlaktır. Havası doğrudan doğruya boğziçi yoluyla Karadeniz’den için sağlamdır, salimdir. İki kıtayı, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bu tarihi şehir Dünyanın en mühim, en kıymetli bir idare merkezi olmak meziyetini haizdir. Nitekim Napolyon Bonapart demiştir ki: “ Küre-i Arz bir hükümetin idaresi altında bulunsa merkez-i idaresi İstanbul olmak lazım gelir. İstanbul’a hakim olan Cihana hakim olabilir.”

         Bu güzel şehir er yada geç tekbir ve dualarla fethedilecekti. İstanbul’un fethinin şerefli bir Müslüman’a yakışacağı yıllar öncesinden Peygamber Efendimiz’in Hadis-i Şeriflerinde beyan edilmişti. İstanbul’un fethedilmesi için birçok neden vardı. Bunların başında Peygamber Efendimizin yukarıdaki Hadis-i Şerifi en büyük rolü oynamıştır. Emevi ve Abbasileri harekete geçiren bu Hadis-i Şerif, Osmanlıları da çok etkilemiştir. İstanbul gibi Dünyanın en güzide bir merkezi olan müstesna bir şehri Havza-i İslam’a ithal etmek, buradan beşeriyet alemine İslamiyet’in pek şaşaalı olan ilahi nurlarını neşre muvaffak olmak, ulvi bir fıtratta yaratılmış olan Sultan Muhammed Han için ebedi bir şeref ve şan temin edecekti. Osmanlı Devleti çok geniş bir alana yayılmıştı. Birde İstanbul’un fethi Osmanlı hükümetinin Asya ile Avrupa’da bulunan ülkesini birleştirecek arada hail kalmayacaktı. Bu vaziyet ise Müslümanlığın her iki kıtada da kolayca tevessüüne yardım edecekti. Türklerin deniz kuvvetlerini de artıracak en mükemmel bir donanmaya malik olmalarını temin edecekti. İstanbul Hıristiyanlığın son kalesi olarak Asya ve Avrupa’da destanlar yazan Osmanlı için bir engel konumundaydı. Kara ve deniz ticaret yolları üzerinde bulunan İstanbul ekonomik bakımdan büyük önem taşımaktaydı. İstanbul fethedildiği zaman boğazlar tam anlamıyla kontrol altına alınacak ve Karadeniz ticaret yolları ele geçirilmiş olacaktı. Ayrıca İstanbul kayserleri öteden beri Müslümanlara birçok zulümlerde bulunmuşlardı. Bahusus Osmanlı Hanedanı arsına vakit vakit fitneler düşürmüşlerdi. Garp Hükümdarlarını Müslümanlığın aleyhine tahrik ve teşvike cüret göstermişlerdi. Hatta son günlerde İstanbul’da bulunup ticaretle meşgul olan bütün Türkleri esir ilan etmişlerdi.

         Binaenaleyh Ehl-i İslam’ın  istirahat ve inkişafına engel olan bu haileyi ortadan kaldırmak icap ediyordu.

         Fetihle beraber Müslüman Türkler bu beladan kurtulacaktı. Osmanlı Devletindeki kardeş kavgaları Bizans tarafından sürekli olarak desteklenmekte, Anadolu Beylikleri kışkırtılmakta idi. Balkanlarda ve Anadolu’da yapılan savaşlarda Osmanlı askerlerinin karşıya geçirilmesinde zorluk çıkaran yine Bizanslılardı. İstanbul alınınca bu sorunların hepsi ortadan kalkacaktı. Zaten öyle de oldu. Osmanlı Devleti idareleri altına büyük bir şehirle birlikte İmparatorluk topraklarını da almıştı. Onun için bu tarihte sonra Osmanlı Devleti’ne İmparatorluk adı verilmiştir. Fetihten sonra bu büyük devlet kuruluş devrini tamamlıyor, genişleme ve yükselme devrine giriyordu.

         İkinci Murat’ın 1451 yılında vefatıyla yerine oğlu ikinci Mehmet geçti. II. Mehmet babası ve cetleri zamanında 4 defa muhasara edilen,uğrunda binlerce şehit verilen, fakat her defasında bir gailenin ortaya çıkması yüzünden zapt olunamayan Bizans’ı ele geçirmek istiyordu. Henüz 21 yaşında idi. İstanbul’un fethinde mutlaka muvaffak olmak bu bin yıllık Bizans şehrini zaptetmek istiyordu. Onun için gece gündüz bu mevzuuyla meşgul oldu. Bu hususta etrafındaki devlet büyüklerinin fikirlerini almaktan geri kalmadı. Zekasını bu uğurda harcadı. Bazen sabahlara kadar uyuyamadığı oldu.

         Bir gece ansızın Sadrazam Halil Paşayı yanına çağırttı. Sadrazam vakitsiz çağırılmasını hayra yormadı. Çünkü Fatih’in babası II. Murat’ın tekrar hükümdarlığa getirilmesinde rol oynamıştı. Bizans muhasarasına da taraftar değildi. Bu yüzden Padişahın, canına kıymak istediğini zannetti. Mevcut altınlarını alıp Fatih’in yanına gitti:

— Buyurunuz Sultanım. Bütün altınlarım size feda olsun, diyerek padişahın önüne koyduğu paralarla hayatını kurtarmak istedi. Sultan Mehmet, başı altındaki yastığı göstererek:

— Ne paranı isterim ne de hayatını… Yattığım şu yastığa bir bak hele İstanbul’u almak düşüncesi ile gözüme uyku girmediği için ter döküyorum. Bir taraftan öbür tarafa döne döne onu bu hale getirdim. Muhakkak İstanbul’u alacağım. Onu almadan rahat yüzü göremeyeceğim.

Hakikat de böyle idi. Genç padişah yalnız bu iş için uğraşıyordu. Kendisi Peygamber Efendimizin (S.A.V) Hadis-i Şeriflerinde buyurduğu ve kendinden önce kimseye nasip olmayan o büyük mertebeye ulaşmak ve bu güzel şehri halkına hediye etmek istiyordu. Peygamberimizin yoluna baş koyduğunu bütün hayatıyla tasdik etmiş ve yaşamış olan fethin odağındaki şahıs şöyle diyordu :

“ Avnî Hakk-ı himmet-i Cünd-i Ricalullah ile

   Ehl-i Küfrü serteser Kahreylemektir niyyetüm.”

Bu niyetle doğruluk kalkan, kılıcını kuşanan odaktaki beyin,  sonuca ulaşmada da aynı kararlılığı gösteriyordu. Niyet hayır olunca; akıbette hayırlaşıyordu. Bu uğurda kimler kendini feda etmemişti ki : Halid İbni Zeyd hazretleri buda onlardan biriydi… Surların hemen önünde yatan, peygamber mucizesi için çırpınan kahramanların at nallarının seslerini asırlarca dinleyip yatan Halid İbni zeyd Ebu Eyyüb’el Ensari Hazretleri ve sahabelerden niceleri de bu uğurda şehit olmuştur.

İstanbul’un bu muhasarası 49 Hicri 675 Miladi tarihine müsadiftir. Bu muhasarada Eshab-ı Kiramdan İbn-i Abbas, İbn-i Zübeyr bir kısım zevat-ı aliye de bulunmuştur. Hatta rivayete göre bu muhasara esnasında eshab-ı kiramdan 27 veya 17 zat  şehit düşmüştür. Bu zatlara izafe edilen bir kısım kabirler elan mevcuttur.

Fatih Sultan Mehmet Hazretleri bunları düşündükçe hüzünleniyor ve onlar içinde savaşmak, İstanbul’u fethetmek istiyordu. Biliyordu ki, ilahi programda akış nasılsa öyle olurdu. Saati gelmeden önce ne kuş uçardı ne de adım atardı. Fakat içindeki ses İstanbul’un fethinin kendisine nasip olacağını söylüyordu.

Şimdi fetih öncesi yaşanan bazı manevi hadiselere bir hatırlayalım.

Hz. Fatih’in babası II. Murat, üstad Hacı Bayram-ı Veli’ye:

— Hocam dua buyursanız da İstanbul’un fethi bize nasip olsa, dediğinde O:

— Sultanım Allah uzun ömür kılsın lakin İstanbul’un fethini ne siz göreceksiniz ne de biz göreceğiz. İstanbul’un fethini şu çocukla şu köse görecekler, buyurarak yanarında daha 4 yaşında bulunan Mehmed’i ve onun üstadı Akşamseddin hazretlerini gösterdiler. Vakıa Hacı Bayram-ı Veli’nin dediği gibi oldu. Mehmet büyüdü, Fatih ünvanına erişti köse ise Akşamseddin Hazretleri İstanbul’un manevi Fatih’i olarak tarihe geçti.

         Yine yaşanan bir başka bir hadiseyi de anlatmak istiyorum. İstanbul kuşatılmıştı. Fakat muharebe bir türlü başlamıyordu. Bu arada Akşamseddin Hazretleri 3-4 günden beri çadırına kapanmıştı. Onun istirahat ettiğini, dinlendiğini sana bazı askerler Hz. Fatih’e gidip durumu iletti. Fatih bir anda hiddetlenip şöyle haykırdı.:

         — Eğer Hocam şu anda çadırda dinlenmekte ise onun kellesini kendim koparacağım. Kılıcını çekip çadıra girdi. Fakat  gördükleri karşısında çok duygulandı. Akşamseddin hazretleri secdeye kapanmış Fethin gerçekleşmesi için Allah’a dua ediyordu. Gözlerinden akan yaşlar toprağı çamur haline getirmişti. Kendisi secdeden başını kaldırdı ve oranın kazılmasını istedi. Akşamseddin hazretlerinin secde ettiği yer kazıldı ve Ebu Eyyüb’el Ensari hazretlerinin mübarek kabri ortaya çıktı.

         Bu hadiselerden sonra Hz. Fatih artık İstanbul’un fethinin kendisine nasip olacağını anladı ve Allah’a şükretti.

Allah’ın yardımı ile günlerce süren muharebeden sonra kale alındı ve İstanbul fethedildi. 29 Mayıs1453 … Ve Ayasofya’da kılınan ilk Cuma namazı. Üzerine hiç güneş doğmadığı sırını ifşa etmek zorunda gepegenç bir hakan, Kabe görülemediği için alına üç tekbir. Evet, fetihten sonra Bizans sokaklarını akın akın Türk askerleri doldurdu. Şehre süratle hakim oldular. Sultan Mehmet birçok milletin rüyalarını süsleyen bu işi sona erdirdi. Bu suretle kendisine ve mensup olduğu millete büyük bir şeref tarihe de emsalsiz bir zafer kazandırmış oldu. Bu muhteşem zaferinden ötürü ona ele geçirdiği şehrin “FATİH” i dediler. O gün Fatih Beyaz atı üzerinde, kumandanlarının askerlerinin ve fetihte Fatih’in en büyük destekçisi ve fethin manevi hocası Akşamseddin Hazretlerinin önünde İstanbul sokaklarından geçti ve Ayasofya önüne geldi. Bizans’ın bu en büyük kilisesini gezip gördükten sonra ikindi namazını yanındakilerle burada kıldı ve sonra ellerini kaldırarak:

—Ey Ulu Allah’ım bu şehrin zaptı şerefini kulların arasından bana nasip ettiğin için sana yüz bin kere şükrederim, diye Allah’ı Zülcelal’e dua etti.

29 Mayıs 1998 Cuma. Farz edelim ki o kartal bakışlı yüce hakan çıkıp gelse ve dese << Haydin bire, cumamızı Ayasofya’da eda edelim! >> cevaplarımız nice olur?

Farz edelim ki varılsa Ayasofya ibadete amade olsa, acep bu defa koca sultan Kabe-i Muzzamayı görerek namaza başlamak için kaç tekbir alır?

Ayasofya!… Fethin ölümsüz armağanı… Fatih’in Koca Hakanın Türklüğe hediyesi…

Her şeye rağmen Türk olan altı asırdır nice badireler atlatarak Türk kalmaya çalışan Mübarek Belde yarınlara da Müslüman ve Türk olarak bakmaya azm etmiştir.

Maviler perçin tutmazmış dinleyen kim?

Eyvallah “İstanbul beni, ya ben İstanbul’u” dedim

Haydin davranın bire! Aslanlarımı saldım.

Mukadderin çizdiği ummana doludizgin daldım.

Estirdim de bir dalga, haçı kıskıvrak sardım.

Titreyen dudağından tarihin alev bir buse aldım.

                                                             

FETİH ASKERİ

Bir nesil ki kükremiş, bir nesil ki coşmuştur,

Üç asırlık deryada son hızıyla koşmuştur.

Nice badire geçmiş, ne zorluklar aşmıştır,

Boğazın ortasıdır, artık Bizans’ın yeri,

Anlaşıldı ki zira gelen Fetih Askeri.

Bu nesil ki koca devlet kurandır,

Garbın çelik zırhını imanı ile kırandır.

İnaç, ideal dolu hemde ehli Kur’an dır

Ne şeytana köledir, ne nefsin eri

Kolla kendini Kafir, gelen Fetih Askeri.

Göklere germiş bugün Kostantin Zincirini,

Geçiş yok vicdanlara, paklayasın kirini,

Bekliyor bu saf millet, iştiyakla birini

O da sensin aslanım, haydi düşünme seni ,

Titresin Paikarya, gelen Fetih Askeri.

Daha ne kadar döksün bu millet göz yaşını,

Kaydetmiyor tarihler bu zulmün eşini,

Bitir sen de ey nesil, bitir artık işini,

Bu gün cihat günüdür işte gaza leşkeri,

Sonundur ey palikarya, gelen Fetih Askeri.

Zira şafak söküyor, başlayacak son akın,

Her şey müjdeliyor ki hakkın zaferi yakın.

Giy iman elbiseni ihlas zırhını takın

Gidiyoruz aslanım, ne ciniz, ne de peri,

Melek gibi tertemiz, gelen Fetih Askeri.

Kalplerdeki zinciri, ey nesil gel de çözdür,

Sende zafer gemini, haydi semadan yüzdür,

İçimizde aşkımız sanki yana bir közdür.

Yine arşı sarsacak Allah Allah sesleri,

Çünkü tüm haşmetiyle, gelen Fetih Askeri.

Bizans’ın kızıl yüzü sararıp ta solacak

Yine Ayasofya’mız sembolümüz olacak,

Yıllardır ağlayan göz, o gün tekrar gülecek

Bekliyorduk dört gözle ta üç asırdan beri,

Sevinmek hakkımızdır, gelen Fetih Askeri.

Etiketler: »
#

SENDE YORUM YAZ