gold aksesuar

logo

e-ticaret paketleri
23 Mayıs 2025

Şeyh Muhammed Ma’sûm Fârûkî (k.s.)

Şeyh Muhammed Ma’sûm Fârûkî (k.s.)
  • Kıymetli ömrünü bu fânî ve denî olan dünyâ için sarf eden kâbiliyetli gençlere çok yazık! Onlar gençliklerini dünyâ için harcamakla, aldatıcı bir kahpeye âşık olmuşlar, kıymetli cevherleri saksı parçaları ile değiştirmişlerdir.

Şeyh Muhammed Ma’sûm Fârûkî (k.s.)

Şeyh Muhammed Ma’sûm Fârûkî (k.s.)

Şeyh Muhammed Ma’sûm Fârûkî (k.s.) Hazretleri, Silsile-i Saâdât Efendilerimizden 24’dürdüncüsü. İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretlerinin üçüncü oğludur. Lakabı Mecdüddîn olup, “Urvet-ül-vüskâ” ismiyle meşhurdur. Urvet-ül-vüskâ; sağlam ip, kendisine uyulan büyük âlim demektir.

Muhammed Ma’sûm Hazretleri doğduğu zaman mübarek babaları, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurmuşlar ki;

 “Muhammed Ma’sûm’un dünyaya gelişi, bizim için çok bereketli ve pek mübârek oldu. Onun doğmasından birkaç ay sonra yüksek hocamın (Muhammed Bâkî-billah k.s.) huzuruna kavuştum. Ona talebe oldum. Gördüklerimi orada gördüm.

Kur’ân-ı Kerimi üç ayda ezberledi. On bir yaşında iken, zikr ve murâkabe yolunu babasından aldı. On altı yaşında iken, bütün ilimlerini tahsil edip bitirdi.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri onun hakkında; “Muhammed Ma’sûm günbegün, anbean bizim nispetimizi elde etme hâli; dedesinin yazdığı Vikâye kitâbının, o yazdıkça arkasından ezberleyen “Şerhi Mevâkıf” kitâbının sâhibine benzer” buyurdu.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri yineonun hakkında buyurdu ki: “Bu oğlum sâbikûndan (bu ümmetin büyüklerinden)dir.”

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri: “İlim tahsilini çabuk bitir ki, seninle büyük işlerimiz vardır” buyurdu. Daha on dört yaşında iken babasına; “Ben kendimde öyle bir nûr görüyorum ki, bütün âlem güneş gibi ondan aydınlanmaktadır. Eğer o nûr sönerse dünyâ karanlık zulmetli olur.” diye arz edince, babası ona; “Sen zamanının kutbu olursun” buyurarak müjde vermiştir. Daha sonra kendisi şöyle belirtmiştir. “Allah’ü Teâlâya hamdü senâlar olsun. Va’d edilen ele geçti. Babamın müjde verdiklerine kavuştum.”

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ömrünün son günlerinde onu husûsî odasına çağırıp buyurdu ki: “ Benim bu dünyaya bağlılığımın yalnız bu kayyumluk vazifesi ve muâmelesi sebebiyle idi. Devamlı teveccühlerden sonra o sana verildi. Bütün mahlûkât tam bir şevk ile yüzünü sana dönüyor. Şimdi bu fani dünyada kalmak için bir sebep bulamıyorum. Bu denî dünyadan göç etmem yaklaştı.”

 Muhammed Ma’sûm Fârûkî (k.s.) Hazretleri, buyurdu ki: “Bu fakir, bu gizli müjdeyi duyduğum halde kalbim parçalandı. Gözlerim yaşla doldu. Büyük bir elem ve üzüntü ile kendimden geçtim. Ne dilimde konuşacak kuvvet, ne kulağımda dinleyecek kudret kaldı. Bendeki bu değişmeyi görünce, şefkat ve merhametinin çokluğundan bir müddet daha yaşayacağını işâret edip, şöyle buyurdu. “Allah’ü Teâlânın âdeti şöyledir ki; birini kendine çağırır, diğerini onun yerine oturtur.”

Ma’sûm Fârûkî Hazretlerinin, altı oğlu da büyük âlim ve velîlerdendir.

*

“Bir gün İran kumandanlarından râfızı i’tikâdlı bir kumandan, Hindistan’ın başşehrine gitmek üzere yola çıkmıştı. Serhend şehrinden geçerken, alay edercesine, hizmetçilerinden birini Muhammed Ma’sûm Hazretlerinin huzûruna gönderip, ziyâretine gelmek istediğini bildirdi. Muhammed Ma’sûm Hazretleri; “Misafir kâfir de olsa ona ikrâmda bulununuz” sözü gereğince, misafir için hazırlık yaptırdı. İkindiye kadar beklediler gelmedi. Haber geldi ki o kumandan gitmiş. Maksadı, Ehl-i sünnetin en büyük âlimlerinden olan  Muhammed Ma’sûm Hazretleri ile alay etmek, onu tahfîf ve tasgîr etmekmiş.

O sırada Ma’sûm Fârûkî Hazretlerinin en yüksek halîfelerinden olan Hâce Muhammed Hanîf-i Kâbilî misafir geldi. Hazır olan yemekleri onun için getirdiler. Hâce Hanîf, hediye olarak bir kaç tane bıçak getirmişti. Başka hediyelerde vardı. Ma’sûm Fârûkî Hazretleri bıçaklardan birini alıp; “Bir salatalık getirin” buyurdu. Salatalık getirdiler. O bıçakla salatalığı kesti ve buyurdu ki; “Salatalığı keserken, bizimle alay etmeye kalkışan o râfizînin de başının kesildiğini gördüm.” Hakîkaten buyurduğu gibi oldu.

“Burada oynama, yoksa başınla oynarsın

Ne kendin ne köpeğin, meydana çıkmayasın.”

*

“Bir genç, Muhammed Ma’sûm Hazretlerinin sohbetine gelirdi. Bu genç, bir kıza aşık olup, dalgın ve dağınık bir halde idi. Muhammed Ma’sûm (k.s.) Hazretleri bir gün o gencin hâlini anlayıp buyurdu ki: “Bu bozuk düşünceden ve lüzumsuz hayalden vaz geç! Himmet ve arzu yüzünü hakîkat bahçesine çevir! Ma’rifet bostanından meyveler topla! Elbette bu diğerinden daha iyi olacaktır.” Bu hâl içinde ezilen ve sıkıntı içerisinde olan genç, Hâfız-ı Şirâzî’nin bir beytini okuyarak bu halden kurtulması için dua ve himmet etmesini istedi. Muhammed Ma’sûm (k.s.) Hazretleri, gencin bu sözü üzerine, o halden kurtulması için dua ve himmet etti ve; “Seni bu halden kurtardılar !” buyurdu. Genç bu sözü duyar duymaz, kendini toplayıp aklı başına geldi ve insana ait olan aşk ve sevgisi, hakîki aşk haline döndü. Muhammed Ma’sûm (k.s.) Hazretlerinin sâdık talebelerinden oldu. Hatta onun feyz ve bereketinden o kadar faidelendi ki, sâlih, velî ve kâmil bir zât oldu.

*

Talebelerinin büyüklerinden olan Hâce Mûsâ şöyle anlatmıştır: “Hocam Muhammed Ma’sûm hazretleri bana, icâzet-i mutlaka ve hilâfet verip; “Size itaât ederler sözünüzü dinlerler” buyurup, memleketime dönmemi buyurdukları zaman kendilerine, “Bizim memleketimizdeki halk, sert tabiatlıdır böyle şeyleri bilmezler, zâhirî bir kerâmet ve tasarruf görmezlerse bu yola girmezler. Hatta böyle olunca alay ederler. Oradaki insanlar, şiddetli ve sıkıntı vericidirler. Onlar hakkına öyle bir teveccüh buyurunuz ki, itâat etsinler. Böyle olunca elbette oradakiler de sevenlerden ve muhlislerden olurlar” diye bildirdim.

*

Muhammed Ma’sûm (k.s.) Hazretlerinin, talebelerinden Hâce Muhammed Sıddîk’ın talebesi şöyle anlatmıştır: “Bir defasında hayvanıma odun yüklemiş getiriyordum, odunlar hayvanın üzerinden devrilip yere düştü. Yalnız idim yardım edecek kimse yoktu. Çaresiz kalakaldım, tam bu sırada Muhammed Ma’sûm (k.s.) Hazretleri birden bire karşıma çıkıverdi. Yıkılan odun yükünü hayvanın üzerine koydu ve gözden kayboldu.”

*

Muhammed Ma’sûm (k.s.) Hazretleri, bir gün abdest alırken abdest aldığı ibriği kuvvetle duvara fırlattı. Hizmetinde bulunan talebesi gitti başka  bir ibrik getirdi. Talebesi üzülerek “Acaba ne kusur etim” deyip durumu. Ma’sûm Fârûkî hazretlerinin yakınlarından birine gidip anlattı. O da durumu Şeyh Hazretlerine bildirdi. Şeyh Hazretleri buyurdu ki: “ Ona söyleyiniz korkmasın. O ibriği attığım sırada, bizi sevenlerden birisi sahrada, kana susamış bir arslana rastladı. Arslan o anda onu öldürecek, parça parça edecekti. O talebem ise tam bir âcizlik içinde bizden yardım istedi. Benim o anda elimde ve yanımda o ibrikten başka bir şey yoktu. Bunun için o ibriği arslana fırlattım o zavallıyı kurtardım.”

 Bu hadiseyi yaşayan talebesi, başından geçenleri şöyle anlatmıştır: “Sahrada âniden bir arslan gördüm. O anda Hocam, Muhammed Ma’sûm (k.s.) Hazretlerini hatırladım. Hemen baş gözüm ile gördüm ki, Hocam geldi, elinde olan ibriği o arslana fırlattı. Arslanda hareket edecek kuvvet kalmadı. Sonra Hocam gözden kayboldu. Bundan sonra ibriğin kırılmış parçalarını yerden topladım. Hâlâ yanımda saklıyorum.” 

*

Muhammed Ma’sûm (k.s.) Hazretleri, bir gün iştahla meyve yiyordu. Yediği bu meyve Hindistan’ın büyük ve sık ormanlarında yetişen, ham iken ekşi, olgunlaşınca tatlı olan bir ağacın meyvesi idi. Hind dilinde ona “Enbe” derlerdi. Mahremlerinden olan sâliha bir hanım ziyâretlerine gelmişti. Vaziyeti görünce, kalbinden; “Evliyâullah, yemek hususunda bu kadar istekli, harâretli olular mı? Acaba bunun sebebi nedir? diye geçti. O anda Muhammed Ma’sûm hazretleri bu düşüncelerini anladı ve buyurdu ki: “Evliyânın yediği nûr olur…”

Mübarek Sözlerinden

  • İnsanın izzeti, îmân ve ma’rifet iledir. Mal ve mevki ile değildir.
  • Allah’ü Teâlâ insanı beyhûde yaratmadı ki, insan kendi hâline terk olusun. İstediğini yapsın, hevâ-yı nefse ve hoşuna giden şeye uysun! O, sakınmakla mükellef kılınmıştır.insan için bunu yapmaktan başka çare yoktur. Bunu yapmayıp, nefsine, arzu ve hevesine uyanlar, âsi, inadcı kul olup, Allah’ü teâlânın gadabına uğrarlar ve çeşitli azaplara müstehak olular.
  • Ömrün en kıymetli zamanı gençlik zamanıdır. En kıymetli şey ise ma’rifetullahtır. Gençliğini en kötü şey olan hevâ ve heves peşinde harcayıp, ma’rifetullahı, ömrün en kötü zamanı olan ihtiyarlık zamanına bırakanlara yazıklar olsun.
  • Son nefes korkusu bir nimettir ki, Hakkın dostları bu derde giriftârdır.
  • Seher vakitlerinde ağlamayı ve istiğfar etmeyi ganîmet bilip, en büyük iş olarak addetmelidir.
  • İnsan her neye kavuşursa, başına ne gelirse bunların hepsi takdir-i ezeliyye iledir.

“Ya güzellerin kalbinde ehl-i dile meyl kalmadı,

Ya âşıklar diyârında bir sâhib-i dil kalmadı.”

“ Bir balık ki mahrûm kalır Fırat’tan,

ve artık yaşayamaz ümit keser yaşamaktan.”

#

SENDE YORUM YAZ